1960’lı yıllar, Türkiye’den Avrupa’ya uzanan büyük göçün başlangıcıydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanayisini yeniden kuran Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa ve Avusturya gibi ülkeler, iş gücüne ihtiyaç duyuyordu. Türkiye ise, artan işsizlik ve ekonomik zorluklar nedeniyle bu çağrıya kulak verdi.

1961’de Türkiye ile Almanya arasında imzalanan iş gücü anlaşması, tarihe “işçi göçü” olarak geçti.
İlk kafileler trenlerle İstanbul Sirkeci’den yola çıktı, Münih’te, Köln’de, Essen’de yeni bir hayata adım attı.
Çoğu, birkaç yıl çalışıp memlekete dönmeyi hayal ediyordu.
Ama o birkaç yıl, bir ömür oldu…

Başvuranlar önce sağlık muayenesine alınıyordu. Bu muayeneler, çoğu zaman Almanya’dan gelen doktor heyetleri tarafından yapılırdı. İstanbul’daki Sirkeci, Tophane gibi merkezlerde veya Ankara’daki özel kliniklerde gerçekleşirdi.
Almanya’dan gelen yetkililer, işçilerin: Sağlıklı, Fiziksel olarak dayanıklı, belirli bir meslek bilgisine sahip olmasına dikkat ederdi.
O dönem Almanya’dan gelen doktorlar, çoğu zaman bir günde yüzlerce kişiyi muayene ederdi. Genç, bekar ve sağlam işçiler tercih edilirdi.

Kaynak: Halil Demir
Almanya’ya varan işçiler, önce işçi alım merkezlerinde (Aufnahmezentrum) karşılanırdı. Burada tekrar kısa bir sağlık kontrolü yapılırdı. Sonra işçiler, Almanya’nın çeşitli kentlerindeki fabrikalara, madenlere veya inşaat şantiyelerine dağıtılırdı.
İlk yıllarda Türkiye’den gelen işçiler genelde basit işlerde (örneğin otomotiv montajı, kömür madeni, çelik üretimi) çalıştırıldı. Ama zamanla ustabaşı, teknisyen, hatta girişimci olanlar da çıktı.
Bu konuda Sılakeş Kurucusu Halil Demir’in Babası 1969 yılında Uşak-Banaz’dan İstanbul’a, oradan Münih’e ilk dağıtımda Frankfurt’a oradanda Kuzey Almanya’da Lübeck şehrinde bulunan (Hochofenwerk Lübeck AG) bir demir–çelik ve döküm fabrikasına gönderilmiştir.
Avrupa’daki Türkler, zamanla sadece “misafir işçi” değil, yerleşik bir toplum hâline geldi. Madenlerde, fabrikalarda, tarlalarda çalışan bu insanlar, bir yandan ekonomik olarak Avrupa’nın kalkınmasına katkı sağladı, diğer yandan kimliklerini koruma mücadelesi verdi. O yıllarda “gurbet” kelimesi, özlem, mektup ve kaset demekti.


Kaynak: İndependent Türkçe
Türkiye’den gelen gazete sayfaları, memleketten gelen düğün davetiyeleri; hepsi birer köprüydü.
Camiler, dernekler, kahvehaneler açıldı — gurbetçiler kendi küçük Türkiye’lerini kurdular.

Kaynak: Almancı

Kaynak: Almancı
Zaman geçti, çocuklar büyüdü. Artık Avrupa’da doğan ikinci ve üçüncü kuşak Türkler vardı.
Onlar hem Avrupa’nın vatandaşı hem de Türkiye’nin evladıydı. Dil, kültür, kimlik arasında bir denge aradılar.
Kimi doktor, kimi mühendis, kimi sanatçı oldu; ama hiçbiri köklerini unutmadı.

Kaynak: gzt.com
Hatta 80’lerin sonunda Berlin’de açılan kablolu yayın üzeri Türk TV kanalları BTT (Berlin Türk Televizyonu) veya 10 yıldan fazla Rahmetli Atalay Özçakır’ın sahibi olduğu Sılakeş Kurucusu Halil Demir’in 7 yıl görev aldığı TD1 TV ( Türkisch-Deutsches Kabel TV)

Atalay Özçakır 1934-2017

1990’larda başlayan çift yönlü yaşam , yani yazın Türkiye’ye, kışın Avrupa’ya dönmek bir kültüre dönüştü.
Her yaz, kilometrelerce uzanan otoyollarda “Sıla Yolu” konvoyları görüldü.

Kaynak: Sılayolu Nostalji Özbakır

Kaynak: Sılayolu Nostalji Özbakır

Kaynak: Sılakeş Grubu (Sılakeş Telsiz)

Sılakeş
Bugün Avrupa’da yaklaşık 6 milyonun üzerinde Türk kökenli insan yaşıyor.Onlar artık sadece işçi değil; girişimci, siyasetçi, akademisyen, sanatçı. Kendi medyalarını, radyolarını, sosyal ağlarını kurdular.
Gurbetin hüznü yerini bağlılık ve kimlik bilincine bıraktı.
Ancak özlem hâlâ aynı. Her yaz Türkiye yolları dolup taşar, her sınır kapısında “memleket kokusu” yeniden hissedilir. Bugün Sılakeş gibi platformlar, bu duyguyu yeniden canlandırıyor;
gurbetteki sesi, sılaya taşıyor.

Sılayolunda Sılakeş Telsiz ile yol yönlendirme

Radyo Sılakeş ile Kapı Bilgileri
Yıllardır süren bu hikâye, sadece bir göç hikâyesi değildir. Bu, emekle, sabırla, sevdayla yazılmış bir destandır.
Biz biliyoruz ki, nerede olursak olalım, kalbimiz hep memlekette atar. Gurbetten Sılaya uzanan ses hiç susmayacak.